IGUSABDER Sayı 22, Nisan 2024 / IGUSABDER Issue 22, April 2024

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 32
  • Öğe
    Effects of Treatments Applied in Myasthenia Gravis on Gait: Review
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Aydın, Suzan; Kethüdaoğlu, Mustafa Oğuz; Göçen, Hande Besna; Albayrak, Havva Ezgi; Köseoğlu Kurt, Aygül; Altunok, Mehmet Kaan; Özsezikli, Bülent Abut
    Myasthenia Gravis (MG) is an autoimmune disease in which neuromuscular transmission is blocked and neuromuscular junction physiology is affected. The main feature in MG is altered muscle weakness and fatigue of muscle groups that worsens with exercise and improves with rest. With the emergence of muscle weakness in the following periods, walking is affected in MG. This causes balance and walking problems. Most of the patients have complaints of falling and fear of falling. While applying MG treatment, myasthenic symptoms should be reduced and a stable clinical picture should be obtained in which the daily activities of the person are relieved. The aim of this study is to understand the effect of rehabilitation practices on gait in MG and to determine which exercises are effective. As a result, physiotherapy and rehabilitation approaches can provide solutions to patients' complaints, albeit symptomatically. Active resistance exercises, aerobic exercises, balance strategy training, endurance exercises, posture exercises, stretching exercises and active– passive range of motion exercises should be performed in an exercise program. In addition, rhythmic auditory stimulation and pre-surgical respiratory physiotherapy also have positive effects on walking.
  • Öğe
    Histamin İntoleransına Güncel Bakış
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Öztekin, Yeşim
    Besin intoleransları, bazı besinlere veya bileşenlerine karşı immünolojik olmayan anormal organizma cevabıdır. Histamin intoleransı, histaminin metabolize edilememesi ve semptom yaratması ile gelişen besin intoleranslarından biridir. Diamin oksidaz (DAO) ve Histamin N metil transferaz (HNMT) enzimleri histamin metabolizmasında görev alan iki enzimdir. Çeşitli faktörlerin etkisiyle enzim üretimi veya aktivasyonlarının azalması ve histaminin parçalanamaması sonucu vücutta birikmesi ile histamin intoleransı patogenezinin geliştiği tahmin edilmektedir. Semptomlar arasında bireye göre değişmekle beraber abdominal distansiyon, karın ağrısı, kaşıntı, egzama, ürtiker, baş ağrısı, burun tıkanıklığı, rinit yer almaktadır. Özellikle sebebi bilinmeyen semptomlara sahip bireylerde DAO enzim aktivasyonun azaldığını gösteren çalışmalar mevcuttur. Farklı organları etkileyen semptomlarının olması, ayırıcı bir tanı testinin bulunmaması ve aynı histamin kaynağının farklı bireylerde farklı reaksiyonlara sebep olması histamin intoleransı tanısını zorlaştırmaktadır. Günümüzde tanı ve tedavi yaklaşımlarında histamin kısıtlı diyetler en güvenilir yöntem olarak kabul edilmektedir. Aynı semptomlarla seyredebilecek diğer hastalıkların varlığının dışlanması ve histamin kısıtlı diyete olumlu cevap, histamin intoleransı tanısını desteklemektedir. Tedavi, histamin eliminasyon diyetlerinin belirli bir süre uygulanmasını, histamin kaynaklarına beslenmede yeniden yer verilmesini ve semptomların takibini içerir. Bu derleme çalışmasında mevcut verilerle histaminin diyetsel kaynakları, metabolizması, histamin intoleransı ve ilişkili sağlık sorunları ile histamin eliminasyon diyetlerine yer verilmiştir. Besinlerde histaminin belirlenmesi ve histamin intoleransı, oldukça yeni bir kavram olduğundan, histamin intoleransı epidemiyolojisini belirlemek, tanı algoritmalarını ve olası tedavi seçeneklerini doğrulamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Kanserli Olgularda Kardiyak Rehabilitasyon Perspektifi
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Ata, Görkem; Yurdalan, Saadet Ufuk
    Kanser, vücuttaki hücrelerin kontrolsüz şekilde bölünmesi ve çoğalmasıyla karakterize ülkemizde ve dünyada insidansı ve prevelansı gün geçtikçe artan önemli ve kompleks bir sağlık sorunudur. Hastalığın görülme sıklığına paralel olarak yeni tedavi yöntemleri geliştirilmiştir. En yaygın olarak uygulanan tedavi yöntemleri; kemoterapi, radyoterapi ve cerrahi yöntemlerdir, bunların yanında biyolojik tedaviler de kullanılmaktadır. Yapılan çalışmalara göre, kemoterapi ve radyoterapi ajanlarının uzun süreli kullanımı kanser hastalarının ve kanserden sağ kalan bireylerin kardiyovasküler sistemi üzerinde kardiyotoksisite adı verilen toksik etkilere neden olmaktadır. Kardiyotoksisite sonucunda hastaların ventriküler fonksiyonları, kardiyorespiratuar uygunlukları ve fiziksel kapasitelerinde önemli ölçüde azalma ile birlikte kalp yetmezliği riskinde artış meydana gelmektedir. Bu negatif etkilerin önlenmesi veya hafifletilmesi için hastalara bütüncül bir yaklaşım olan kardiyak rehabilitasyon programları önerilmektedir. Kardiyak rehabilitasyon programları egzersiz desteği, nutrisyonel destek, psikolojik destek, sigarayı bırakma desteği ve yaşam tarzı modifikasyonlarının önerilmesi şeklinde alt gruplara sahiptir. Bu derlemede kardiyak rehabilitasyonun egzersiz bölümüne odaklanılmıştır. Amerikan Spor Hekimliği Koleji tarafından yayınlanan kılavuzda, egzersizin kardiyorespiratuar uygunluğu ve fiziksel kapasiteyi iyileştirdiği belirtilmektedir. Bunun yanında kalp yetmezliği hastalarında oluşabilecek sarkopeni durumlarında kas kuvvetinde ve yaşam kalitesinde meydana gelebilecek azalmaların hafifletilmesinde hastalara sıklıkla dirençli egzersizler, aerobik egzersizler ve bu iki egzersiz çeşidinin kombinasyonu önerilmektedir. Literatürdeki çalışmalar incelendiğinde, kanser hastalarına veya kanserden sağ kurtulan bireylere uygulanan kardiyak rehabilitasyon yaklaşımlarının hastaların kardiyorespiratuar uygunluklarını iyileştirdiği, metabolik sendrom geliştirme riskinin önüne geçtiği, kanser hastalarında sıklıkla meydana gelen yorgunluk ve kas kütlesi kaybı gibi fiziksel performans parametreleri üzerinde olumlu etkileri olduğu görülmektedir. Bu derleme, kanser hastalığı sonucunda bireylerde meydana gelen kardiyovasküler değişimleri, bu bireylerin değerlendirilmesi ve rehabilitasyonunu içermektedir.
  • Öğe
    Ensuring Secure Schools: A Perspective from Social Work
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Anılgan, Onur Zeki
    This study aims to compile existing research in the literature to demonstrate the methods used in collaboration between social services to establish a secure school climate. In today's context, the role of schools in child development ranks among the highest in terms of significance. Children spend a significant portion of their days within school environments. Numerous factors exist within schools that influence the lives of children. Teachers, classmates, school authorities, the surrounding environment, and even the school's physical structure impact children's development, collectively forming the school climate. Acts such as violence, harassment, bullying, neglect, abuse, substance abuse, discrimination, and inequality pose threats to the school climate, making it unsafe. A secure school climate plays a crucial role in enabling students to complete their education effectively. Collaborative efforts involving social services, law enforcement, and school staff are crucial in ensuring a secure school environment. This study delves into the implementation methods of school policing worldwide while exploring the potential contributions of social work support to this practice.
  • Öğe
    Laktasyonu Artırmada Yeni Bir Yöntem: Hipnoemzirme
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Tuncer, Merve
    Anne sütü bebeğin gelişimi için tüm gereksinimlerini karşılayan benzersiz bir besin kaynağıdır. Emzirme süreci doğal bir süreç olmasına rağmen özellikle ilk deneyimi olan anneler için bazı sorunları beraberinde getirebilir. Emzirme sürecinde yaşanılan sorunlar ise annenin psikolojik durumunu etkilemekte ve anne sütü üretimi ve salgılanmasını olumsuz etkilemektedir. Stres durumundan oldukça etkilenen oksitosin ve prolaktin hormonlarının baskılanması anne sütünün azalması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle emzirme sürecinde annelerin rahatlatılması ve endişelerinin giderilmesi çok önemlidir. Annelerin gevşemelerini sağlayarak oksitosin ve prolaktin hormonlarının salgılanmasını artıran yöntemlerden biri de hipnoemzirmedir. Hipnoemzirme, annelere emzirme sürecinin başarılı ilerlemesinde yardımcı olacak bir gevşeme ve olumlu telkin tekniğidir. Hipnoemzirme yöntemini inceleyen çalışmalarda, hipnoemzirme tekniğinin ilk 6 ay yalnızca anne sütü ile beslenme oranını ve anne sütü miktarını artırdığı belirlenmiştir. Bu derlemenin amacı laktasyon sürecini olumlu etkileyen yeni bir yöntem olan hipnoemzirme yönteminin incelenmesidir.
  • Öğe
    İlaç Tedavisi ve Beslenmede Pediatriye Özgü Yaklaşımlar
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Armağan, Beyza; Demirbaş, Elif; Ihlamur, Murat
    Pediatrik hastaların gereksinimleri, tedavi şekilleri, hastaneye yatış sebepleri genelde erişkinlerde farklılık göstermektedir. Bu hastalıklar, beslenme gereksinimlerinde de önemli değişikliklere yol açmaktadır. Değişen gereksinimler pediatrik hastalar için büyük önem arz etmektedir. Uygulanan tedavide kullanılan ilaçların neden olduğu beslenme problemleri ve besin-ilaç, ilaç-ilaç etkileşimlerinin de dikkate alınması gerekmektedir. Pediatrik hastalarda gereksinimlerine göre hareket etmek tedavi sürecinde kolaylık sağlayarak iyileşmeyi ve yaşam kalitesinin artmasını sağlamaktadır. Bu çalışmada, pediatrik hastaların tedavi sürecinde kullanılan ilaçların birbiriyle etkileşimleri, tükettikleri besinlerle etkileşimi ve bu süreçte oluşan beslenme problemleri üzerinde durularak konunun önemine dikkat çekmek amaçlanmıştır.
  • Öğe
    Investigation of the Effectiveness of TecnoBody Devices in Rehabilitation
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Üzümcü, Berkay; Açar, Görkem; Konakoğlu, Gülşah; Mutuş, Rıfat
    With the advancement of technology, the effect of auxiliary machines used in rehabilitation is gradually increasing both in the evaluation stage and the rehabilitation stage of the treatment. The important feature of such devices is that they perform both assessment and treatment with the same device. At this stage, TecnoBody (Bergamo, Italy) devices play an active role in both assessment and rehabilitation. In this study, the effectiveness of TecnoBody devices, D-Wall, Walker View 3.0 SCX, and ProKin devices in rehabilitation was analyzed. It is reported in the literature that recently TecnoBody devices have been used significantly in evaluation, proprioceptive and stability tests have been performed with ProKin devices, and balance tests have been performed with the D-Wall device. The D-Wall device was found to be effective in therapies due to its use in rehabilitation, exergame, and biofeedback. It is observed that the Walker View 3.0 SCX device is effective in gait analysis evaluation and gait rehabilitation after surgery, while ProKin devices are effective primarily in proprioceptive, stability, and balance evaluations and then in balance and proprioceptive training. The use of TecnoBody devices in rehabilitation increases the active participation of people in therapy thanks to the visual biofeedback it applies to people, it is effective thanks to the fact that people can direct themselves during exercise and make therapy more fun with games. In addition, thanks to the personalized exercises in the D-Wall device, there are effective exercises to increase the participation of people in daily life activities, especially in neurological rehabilitation. Therefore, the use of TecnoBody devices in rehabilitation is effective.
  • Öğe
    Polikistik Over Sendromunda Besinlerle Alınan İleri Glikasyon Son Ürünlerinin Rolü
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Özdemir, Merve; Bilgiç, Pelin
    Son yıllarda yapılan çalışmalar diyetle alınan ileri glikasyon son ürünlerinin (AGEs), polikistik over sendromu ile ilişkili hem üreme hem de metabolik işlev bozukluklarında önemli bir rol oynadığını öne sürmektedir. İleri glikasyon son ürünleri, indirgeyici şekerler ile proteinler, lipitler veya nükleik asitler arasındaki enzimatik olmayan glikasyon işlemi tarafından oluşturulan reaktif moleküllerdir. İleri glikasyon son ürünlerinin anahtar hücre içi sinyal yollarının aktivasyonu yoluyla, oksidatif stres ve proinflamatuar sitokinlerin oluşumunu uyararak polikistik over sendromu patogenezine katkıda bulunabilecekleri düşünülmektedir. İleri glikasyon son ürünleri normal metabolik koşullar altında endojen olarak oluşabildikleri gibi özellikle kızartma, fırınlama veya ızgara gibi yüksek sıcaklıklarda pişirilmiş ve işlenmiş besinlerin tüketimiyle de ekzojen olarak da vücuda alınabilmektedir. Polikistik over sendromlu kadınlarda yumurtalık dokusunda anovülasyon ve hiperandrojenizme neden olan yüksek serum AGE seviyeleri bildirilmiştir. Bu derlemede, polikistik over sendromunda metabolik ve üremeyle ilgili değişikliklerin aracıları olarak ileri glikasyon son ürünlerinin rolünün sunulması amaçlanmıştır.
  • Öğe
    α-1 Antitripsin Eksikliğinde Epigenetik ve Beslenme
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Özçalkap İçöz, Rümeysa; Büyükuslu, Nihal
    ?-1-proteinaz inhibitörü (PI) olarak da bilinen ?-1 antitripsin (AAT), dolaşımdaki en bol serin proteaz inhibitörüdür (serpin) ve serpin süper ailesinin prototipik üyesidir. AAT, tripsin yerine birincil olarak nötrofil elastazını (NE) inhibe eder. AAT kodlayan gen üzerinde de meydana gelen mutasyonlar sonucunda AAT eksikliği (AATD) meydana gelmektedir. AATD'li hastalar amfizem, Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), karaciğer yetmezliği ve daha az yaygın olarak sistemik anti-nötrofil sitoplazmik antikor (ANCA)- pozitif vaskülit ve nekrotizan pannikülite karşı hassastır. Tek nükleotid polimorfizmleri (TNP'ler), DNA metilasyonu, değiştirilmiş mikroRNA (miRNA) ekspresyonu ve SERPINA1 geni mRNA izoformları dahil olmak üzere çok sayıda epigenetik faktörün AATD'nin klinik görünümü üzerinde bilinen veya olası doğrudan etkileri vardır. Beslenme şekli epigenetik mekanizmaları etkilemektedir. Dolayısıyla AATD’ye bağlı gelişen solunum yolu ve karaciğer hastalıklarının progrozunu beslenme stratejileriyle değiştirmek mümkün olabilir.
  • Öğe
    Dijital Sağlık Uygulamalarının Sağlık Turizmi Kapsamında Medikal Turizm Açısından Değerlendirilmesi: Sistematik Bir Derleme
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Sevim, Ferit; Gül, Büşra; Akbulut, Yasemin
    Amaç: Sağlık sektöründe teknoloji kullanımı, halkın teknolojiye olan güveninin artmasıyla doğru orantılı artış göstermektedir. Araştırma, sağlık turizmi perspektifinden medikal turizm özelinde dijital sağlık uygulamalarının maliyeti ile sağlık hizmetlerine erişim üzerindeki etkisini sistematik inceleme yöntemleri kullanarak ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Yöntem: PRISMA kontrol listesi doğrultusunda, Web of Science, Emerald, Scopus ve PubMed veri tabanları kullanılarak yapılan sistematik derleme çalışmasında, dahil edilme ve dışlama kriterlerine göre toplamda 12 çalışma değerlendirmeye alınmıştır. Bulgular: Çalışmaların ABD (n=2), Mali, Kanada, Nijerya (n=2), Azerbaycan, Norveç, Birleşik Arap Emirlikleri ve Almanya’da yürütüldüğü görülmüştür. Çalışmaların odak noktası hastaların fiziksel olarak sağlık kurumuna başvurmak yerine teletıp yöntemleri kullanmaları durumunda maliyet açısından kuruma sağlanan faydanın ortaya çıkarılmasıdır. Maliyetlerin azaltılması, kaliteli hizmete erişim ve yaşam kalitesinin iyileştirilmesi açısından dijital sağlık uygulamalarının etkisi vurgulanmaktadır. Sonuç: Sağlıkta dijitalleşme ve turizm alanı gelişmekte olan ve farklı açılardan değerlendirilmeye açık bir konu olarak gündemde yer edinmeye devam etmektedir. Bu doğrultuda çalışma, politika yapıcı ve hastane yöneticileri için karar verme süreçlerinde kanıt sağlayabilir ve kolaylaştırıcı bir referans olabilir.
  • Öğe
    Comparison of the Scapula in Human and Laboratory Rat Species from the Perspective of Translational Medicine
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Üstündağ, Yasemin; Yılmaz, Osman; Kartal, Mehmet
    Aim: The aim of the study is to provide anatomical differences between rat and human scapula and definitive information to the literature about which strain is most appropriate for rat modeling, particularly in orthopedics. Methods: In current study, a total of 40 scapulas belonging to Wistar Albino, Brown Norway, Sprague Dawley and Lewis strains were examined morphologically and morphometrically with each other and with the human scapula. Digital calipers were used to measure parameters for rat scapula. Literature searches were conducted for the measurements of the human scapula, and the obtained literature data was evaluated. A statistical analysis of the observed parameters was conducted using mean values, standard deviations, and One Way Anova Analysis in the IBM SPSS program. The Tukey post hoc test was used to determine the differences between groups that have a statistical difference. A fold ratio was calculated for each parameter based on the average values of all rat and human scapulae. Results: According to One-Way Anova analysis, there is not any difference between groups for; width of collum scapula, length of cavitas glenoidalis-1, length of cavitas glenoidalis -2, width of cavitas glenoidalis, external width of cavitas glenoidalis, length of processus hamatus, width of processus hamatus, distance between processus coracoideus and incisura scapula, distance between cavitas glenoidalis to acromion at p<0.05 level. There is a statistical difference groups for; length of scapula (p<0.001), width of scapula (p<0.001), length of margo cranialis (p=0.001), length of margo caudalis (p<0.001), length of spina scapula (p<0.001), length of acromion (p=0.007), width of acromion (p=0.001), coracoacromial distance (p=0.003), distance between cavitas glenoidalis and incisura scapula (p<0.001), angle of angulus cranialis (p=0.001) levels. Conclusions: Wistar Albino, Brown Norway, Sprague Dawley and Lewis rat strains are suitable for orthopedical animal models for especially models including cavitas glenoidalis. Any strain can be used in modeling indiscriminately. However, in modeling where the acromion, spina scapula, and edges of the scapula are important, the most appropriate strain specified in the current study should be selected.
  • Öğe
    Potential Protective Role of Radicut in Valproic Acid-Induced Oxidative Stress in Rat Spleen
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Oktay, Nihal Şehkar; Alev Tüzüner, Burçin; Tunalı, Sevim; Emekli Alturfan, Ebru; Tunalı Akbay, Tuğba; Yanardağ, Refiye; Yarat, Ayşen
    Aim: The study aims to evaluate the potential protective role of Radicut (RAD) in Valproic acid (VPA)- induced oxidative stress in splenic tissues of rats. Method: Rats were divided into groups as follows: Group 1: Controls (n=8), Group II: R: RAD-given group (30 mg/kg/day, n=8), Group III: V: VPA-given group (0.5 g/kg/day, n=10), Group IV: V+R: VPA+RADgiven group (30 mg/kg/day, n=11). VPA, RAD, and VPA+RAD were given to the animals for 7 days (i.p). Biochemical parameters related to oxidative stress were determined in spleen homogenates. Results: VPA elevated oxidative stress by increasing lipid peroxidation and sialic acid levels, increasing alkaline phosphatase activity, and decreasing superoxide dismutase, glutathione-S- transferase, and glutathione peroxidase activities. Administration of RAD to VPA-given group decreased LPO, SA levels, and acid phosphatase levels, and increased tissue factor, SOD, GST, and GPx activities. Conclusion: RAD reversed the biochemical results in the V group, by clarifying its protective effect. RAD has the potential to prevent oxidative stress during VPA treatment, which could be beneficial.
  • Öğe
    Investigation of Some Ion Channel Expressions in Cochlear Nucleus of Tinnitus Induced Rats
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Üstündağ, Yasemin; Dinç, Gürsel; Bal, Ramazan
    Aim: The aim of this study is to gain a better understanding of how certain ion channels play a role in the molecular mechanisms of salicylate- and noise-induced tinnitus. Method: The present study was conducted on thirty-two, 4-month-old, male Wistar Albino rats. Rats were equally divided into four groups; two experimental groups and two control groups. The assessment of tinnitus was based on a behavioral test which was modified from the conditional suppression method. Tinnitus was induced by sodium salicylate administration and noise exposure in rats in which the suppression ratios were zero (0). All animals in both experimental and control groups were decapitated in deep anaesthesia for 2 h after salicylate or saline administration and noise exposure, consecutively. Tissues from the left and right cochlear nucleus were dissected immediately in ice-cold RNA later (Invitrogen). Before reverse transcription, the RNA pools were arranged. Quantitative changes in HCN1, HCN2, HCN4, SCN1A, SCN2A1, SCN3A, TRPM2, TRPM7 and GAPDH mRNA expressions in the cochlear nucleus in both experimental and control groups were examined by quantitative real-time PCR method. Statistical data were analysed using the SPSS 21 program (Version 21.0, SPSS Inc., Chicago, IL, USA) with the Kruskal-Wallis and Mann-Whitney U tests. Results: Fold changes in the expression levels of SCNA1, SCN2A1, SCN3A, TRPM2, TRPM7, CACNA1B, HCN1, HCN2 and HCN4 genes in both salicylate-induces tinnitus (SAT) and noise-induced tinnitus (NT) groups compared with the control group. According to these data, it is seen that the mRNA levels of all genes are lower in the cochlear nucleus area of the rats in both SAT and NT groups than in the control group. Considering each of these genes in NT group: SCNA1, SCN3A, TRPM7 genes slightly decreased; SCN2A1, TRPM2, HCN1 and HCN4 genes slightly increased compared with the SAT group. For HCN2 gene fold changes were nearly the same in the NT and SAT groups. Conclusion: The findings of this study suggest that tinnitus generation may be closely related to alterations in several key ion channel families activity including voltage-gated calcium channels, hyperpolarizationactivated cyclic nucleotide–gated (HCN) channels, transient receptor potential (TRP) channels, voltagegated sodium channels within the CN, specifically in response to salicylate-induced and noise-induced tinnitus models.
  • Öğe
    Hastane ve Sağlık Kurumları İşletme Yönetimi Lisansüstü Tezlerinin İçerik Analizi ile İncelenmesi
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Erdal, Nurgül; Sivaslıoğlu, Filiz
    Amaç: Sağlık, bireylerin kültürel, sosyal ve ekonomik olarak kazanımlarını elde etmelerini sağlayan temel haklarıdır. Ülkelerin önemli sorunlarından biri olan sağlık hizmetlerinin adil ve dengeli bir şekilde dağıtılması ulaşılmak istenen ortak bir hedeftir. Sağlık hizmetlerinde önemli yeri olan hastaneler, sağlığa ihtiyaç duyan bireylere sağlık hizmetlerini ayakta veya yatakta sunan sağlık kuruluşlarındandır. Bu çalışmada, hastane ve sağlık kurumlarında işletme yönetimi alanında yapılmış tezlerde bilimsel çalışmaların incelenmesi, bu tezlerin durumunun gözler önüne serilmesi ve eksiklerin belirlenerek önerilerde bulunulması amaçlanmaktadır. Mevcut çalışmada, Türkiye’de yapılmış tezlerin eğilimleri içerik analizi ile ele alınmıştır. İncelenen tez çalışmaları, yıllar, üniversiteler, sağlık kurum ve birimleri, tez konuları ve çalışma yöntemleri bağlamında incelenmiştir. Elde edilen bulgular sonucunda yüksek lisans tezlerinin çoğunlukta olduğu görülmektedir. Ayrıca tezlerin devlet üniversitelerinde daha fazla yazıldığı ve en fazla Türkçe dili ağırlıklı olan tezlerin öne çıktığı görülmektedir. Tezler İstanbul, Ankara ve İzmir illerinde daha yoğun üretilmiştir. Bu çalışmanın, ileride yapılacak çalışmalara yardımcı olabileceği öngörülmektedir. Yöntem: Araştırma, 01.02.2023 ile 30.03.2023 tarihleri arasında Türkiye Yükseköğretim Kurumu Ulusal Tez Merkezi veri tabanından “hastane yönetimi” anahtar kelimesi ile tarama yapılmıştır. Tarama sonucunda, 367 teze ulaşılmıştır. Araştırmaya, 2000-2023 yılları arasında yazılanlar araştırmaya dâhil edilmiş ve bu tarihler dışındakiler alınmamıştır. Toplanan veriler WordArt, Microsoft Word 2015, Microsoft Excel ve SPSS paket programları kullanılarak analiz edilmiştir. Sonuçlar yorumlanmış ve önerilerde bulunulmuştur. Bulgular: Toplam 367 lisansüstü tez incelenmiş olup bunların, 304 (%82,8) tanesi yüksek lisans, 55 (%15,0) tanesi doktora ve 8 (%2,2) tanesi tıpta uzmanlıktır. Büyük çoğunluğu devlet üniversitelerinde üretilmiş ve çoğunluğu Türkçe yazılmıştır. En fazla tez 2014-2018 yıllarında yazılmıştır. İstanbul ilinde ve Beykent Üniversitesinde en fazla tez yazılmıştır. Tez danışmanı olarak profosörler çoğunluktadır. Hastane ve sağlık kurumları yönetiminde en fazla tez üretilmiş olup bunu hemşirelik bölümü takip etmiştir. İşletme yönetimi anabilim dalı ve hastane ve sağlık yönetimi bilim dalında daha fazla tez yazılmıştır. Araştırma yöntemi olarak nicel araştırmalar çoğunluktadır. Örneklem olarak, sağlık çalışanları tercih edilmiştir. Hastane olarak devlet hastaneleri çoğunlukta olup verilerin büyük bir çoğunluğu anket yöntemiyle toplanmıştır. Sayfa sayıları ise 42-518 arasında değişmektedir. Sonuç: Sağlık, birey ve toplumun gelişmişlik seviyesiyle yakından ilişkilidir. Sağlık işletmelerinin etkin ve verimli olarak işleyebilmesi için sağlık kurumları işletme yönetimini bilen, bilgili, etik kurallara bağlı, yeni nesil yöneticilere ihtiyaç vardır. Üniversitelerde bu boşluğu doldurmak ve sağlık kurumları için nitelikli yöneticiler yetiştirmek için birçok bölümler açmışlar ve müfredatlarını buna göre düzenlemişlerdir. Birçok sağlık çalışanı da tıbbi görevleri yanında hastane ve sağlık kurumları işletme yönetimi lisansüstü eğitim alarak sahada yerlerini almışlardır. Bu araştırma, güncel eğilimi belirlemek ve gelecekte de hangi konular hakkında çalışmalar yapılabileceğini göstermek için planlanmıştır.
  • Öğe
    Üniversite Çalışanlarında Tip 2 Diyabet Riskinin ve İlişkili Faktörlerin Değerlendirilmesi
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Kır Biçer, Emine; Çekiç, Mustafa; Ayvazoğlu, Gülşah
    Amaç: Tanımlayıcı ve kesitsel tipte olan bu araştırmanın amacı bir üniversitede çalışan bireylerin tip 2 Diabetes Mellitus (T2DM) risklerini belirlenmek ve ilişkili faktörleri saptamaktır. Yöntem: Bu araştırma Türkiye’nin Doğu Akdeniz bölgesinde bulunan bir devlet üniversitesinin merkez kampüsünde görev yapan toplam 317 birey ile yapılmıştır. Verilerin toplanmasında sosyodemografik veri toplama formu ve Fin Diyabet Risk Skoru Ölçeği (FINDRISK) kullanılmıştır. Verilerin dağılıma uygunluğu “Kolmogorov Smirnov Testi” ile incelenmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistik (sayı, yüzde, ortalama, standart sapma), t-testi, One Way ANOVA ve normal dağılım göstermeyen verilere ilişkin karşılaştırmalar için Mann-Whitney U testi kullanılmıştır. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalaması 41±9,2 yıl, %64,3’ü (n=205) erkek, %41’i lisans mezunu %37,3’ü lisansüstü mezun, %33,1’i akademik personeldir. Katılımcıların FINDRISK ölçeğine göre tip-2 diyabet risk derecesi %35,6’sının düşük, %41’inin hafif, %12,6’sının orta, %9,5’inin yüksek ve %1,3’ünün ise çok yüksektir. Araştırma grubunda diyabet gelişimi için ilişkili faktörler ise sigara kullanma, hipertansiyon, ailede birinci derecede diyabet olması, fiziksel aktivite durumu, bel çevresi ve bel/boy oranıdır. Sonuç: Araştırmada yaklaşık her 10 kişiden biri T2DM gelişimi açısından yüksek risk taşımaktadır. Sonuçlara göre üniversite personelleri, iş yaşantısı ve günlük görevlerin masa başı ve bilgisayar kullanımı üzerine olması nedeniyle T2DM açısından daha yakından izlenmelidir.
  • Öğe
    Çevrim İçi Yemek Siparişlerine Yönelik Beslenme Alışkanlıklarının ve Satın Alma Niyetlerinin Değerlendirilmesi
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Özdoğan, Yahya; Karakaya, Rahime Evra
    Amaç: Bu araştırmanın amacı, tüketicilerin çevrim içi yemek siparişlerine yönelik satın alma niyetleri ile beslenme alışkanlıkları arasındaki ilişkinin değerlendirilmesidir. Yöntem: Çalışma, 18-65 yaş aralığındaki 660 birey ile yürütülmüştür. Çevrim içi yemek siparişlerine yönelik beslenme alışkanlıklarına yönelik sorular daha önce yapılan çalışmalardan yararlanılarak hazırlanmıştır. Tüketicilerin çevrim içi yemek siparişlerini etkileyen faktörleri değerlendirmek amacıyla daha önce yapılan anketlerin soruları uyarlanmıştır. İstatistiksel analizler SPSS 22.0 paket programı ile yapılmıştır. Bulgular: Katılımcıların yarıdan fazlasının (%61,6) akşam çevrim içi yemek siparişi verdiği ve yüksek oranda karbonhidrat ağırlıklı (%84,5) yemekleri tercih ettikleri saptanmıştır. Çevrim içi yemek siparişlerine yönelik satın alma niyeti incelendiğinde; anketin tüm alt boyut puanlarının kadınlarda erkeklerden istatistiksel olarak daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (p<0.05). Kadınlarda ve tüm katılımcılarda, haftada 1-2 kez çevrim içi yemek siparişi veren bireylerin çevrim içi yemek siparişinin algılanan rahatlığı puanı, ayda 1-2 kez sipariş veren bireylerin puanından anlamlı olarak yüksektir (p<0,05). Kadınlarda ve tüm katılımcılarda yeme arzusu alt boyutu ile beden kütle indeksi arasında çok zayıf derecede negatif ilişki saptanmıştır (sırasıyla, r=-0,090, p=0,046; r=-0,116; p=0,003). Sonuç: Çevrim içi yemek siparişi verme sıklığının algılanan rahatlık boyutu ile daha fazla olduğu için sipariş verme sıklığının arttığı düşünülmektedir. Bireylerin sipariş vermelerinde bir etken olan yemek arzularının, beden kütle indeksleri ile ilişkilendirildiği daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Üniversite Öğrencilerinde Gece Yeme Sendromu, Uyku Kalitesi ve Kronotip Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Küçükkatırcı Baykan, Hürmet; Saban, Gaye; Geçgel, Seda
    Amaç: Bu çalışma; üniversite öğrencilerinde gece yeme sendromu, uyku kalitesi ve kronotip arasındaki ilişkiyi değerlendirmek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Kesitsel tipte planlanan çalışma, 2022 yılı Nisan ile Haziran ayları arasında Kapadokya Üniversitesinde öğrenim gören ve çalışmaya katılmayı gönüllü olarak kabul eden 570 (429 kız, 141 erkek) öğrenci ile yürütülmüştür. Çalışmada öğrencilerin sosyodemografik özellikleri, antropometrik ölçümleri, uyku kaliteleri, kronotipleri, gece yeme durumları ve besin tüketim sıklıkları incelenmiştir. Uyku kalitesi “Pittsburgh Uyku Kalitesi (PUKİ)”, kronotip “Morningness-Eveningness Questionnaire (MEQ)” ölçeği ile, gece yeme sendromu ise “Gece Yeme Anketi (GYA)” ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 21,20±1,34 yıldır. Öğrencilerin PUKİ puanı ortancası 7 (1-17)’dir. PUKİ sınıflandırmasına göre öğrencilerin %60,5’inin (n=345) uyku kalitesi kötü, %39,5’inin (n=225) uyku kalitesi iyidir. Öğrencilerin MEQ puanı ortancası 53 (20-80)’dir. Kronotip sınıflandırmasına göre katılımcıların %24,9’u (n=142) akşamcıl, %67,2’si (n=383) ara ve %7,9’u (n=45) sabahçıl tiptir. Öğrencilerin GYA’dan aldıkları puan ortancası 27 (12-42)’dir. Katılımcıların %82,8’inde (n=472) gece yeme sendromu bulunurken, %17,2’sinde (n=98) gece yeme sendromu bulunmamaktadır. PUKİ ile MEQ arasında negatif yönde, anlamlı (r=-0,136, p<0,05); PUKİ ile GYA arasında pozitif yönde, anlamlı (r=0,380, p<0,001); GYA ile MEQ arasında negatif yönde, anlamlı ilişki saptanmıştır (r=-0,118, p<0,05). Sonuç: Sonuç olarak, öğrencilerin uyku kaliteleri düştükçe kronotipleri akşamcıl tipe geçmekte akşamcıl kronotipe sahip öğrencilerde ise gece yeme sendromu daha sık görülmektedir. Bu döngü sıklıkla tekrarlanmakta bireysel ve halk sağlığı bazında birçok sağlık riskini de beraberinde getirmektedir. Farkındalık ve bilgilendirme çalışmalarının bu sorunun önüne geçilmesinde önemli bir unsur olduğu düşünülmektedir.
  • Öğe
    The Association Between Hot Flashes, Quality of Life, and Sexual Satisfaction Among Menopausal Women
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Yurtçiçek Eren, Saliha; Turan Miral, Mukaddes; Yıldırım, Ömer; Başgöl, Şükran
    Aim: This study aims to determine the association between hot flashes, sexual satisfaction, and quality of life among menopausal women. Method: This cross-sectional study consisted of 492 menopausal women aged 45 years and above who lived in a city in the Eastern Anatolian Region of Turkey. The data were collected using the personal data form, the Menopause-Specific Hot Flash Scale, the Menopause-Specific Quality of Life Questionnaire, and the Sexual Satisfaction Scale for Women. Results: A strong positive significant association was found between the Menopause-Specific Hot Flash Scale and the Menopause-Specific Quality of Life Questionnaire (r = .694, p<0.000). A weak negative significant association was found between the Menopause-Specific Hot Flash Scale and the Sexual Satisfaction Scale for Women (r= -.189, p<0.000). A weak negative significant association was found between the Menopause-Specific Quality of Life Questionnaire and Sexual Satisfaction Scale for Women (r= -.291, p<0.000). Conclusion: According to the findings, as women are affected by hot flashes, their quality of life is affected similarly. Complaints about hot flashes and quality of life negatively affect sexual satisfaction.
  • Öğe
    Determination of the Knowledge Level of Surgical Intensive Care Nurses in Medical Device Induced Pressure Injury
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Katran, Hamdiye Banu; Er, Ayşe; Akbulut, Berfin; Yıldırım, Emek Can; Küser, Kübra Melisa; Yıldırım, Marziya; Koyuncuoğlu, Filiz
    Aim: The purpose of this study was to measure the level of knowledge and attitudes of nurses in surgical intensive care units (ICUs) about medical device-induced pressure injury. Method: The cross-sectional study was conducted with 227 surgical intensive care nurses in Turkey between November 2022 and June 2023. “Nurse Introduction Form” and “Pressure Ulcer Knowledge Level Assessment Tool Scale” were used as data collection tools. Since the scale score averages did not comply with normal distribution, Mann Whitney U and Kruskal Wallis tests were used in the statistical analysis of the data. Results: It was found that the majority of participants (n=227) were in the age range of 26-33 years (n=115), and 66.1% (n=113) had been working in the ICU for 1-5 years. 51.5% (n=117) of the participants reported having received training in medical device-related pressure injury. In the pressure ulcer knowledge level assessment tool, the mean of the "prevention of pressure ulcers" sub-dimension (mean: 4.74) was found to be the highest, while the total knowledge level score was 14.87±5.6 and it was found that the nurses had a moderate level of knowledge. Conclusion: The findings of the study indicated that nurses' knowledge of medical device-related pressure injuries was inadequate, but that their knowledge of pressure injury prevention increased with increasing levels of education.
  • Öğe
    How do the Working Conditions of a Healthcare Worker Affect Family Life?: Seeing Through the Eyes of Healthcare Worker Spouses
    (İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları / Istanbul Gelisim University Press, 2024) Kıskaç, Neşe
    Aim: In this study, it is aimed to evaluate the relationship between the working conditions of healthcare workers and their family life from the perspective of the spouses of healthcare workers. Method: The research is a descriptive and cross-sectional study. The data of the study were collected from 146 physicians and nurse spouses in the form of an online questionnaire. Results: It was determined that 68.5% of the participants were male, 69.9% of them were non-health personnel, 90.4% of them did not work shifts and the mean age was 41.79±7.74. It was determined that 74% of the health workers were nurses and 40.4% of them worked in internal clinics. The participants stated that they did not find their spouses' financial income sufficient (68.5%), they were generally unhappy when their spouses came home from work (75.3%), their sexual life was negatively affected (46.6%), and they sometimes felt nervous and tense because of their spouses' profession (52.1%). It was determined that there was a significant relationship between the clinics in which their spouses worked and their family and social lives being affected, allocating time for their children, their sexual lives being negatively affected, and being irritable, nervous and unhappy (p<0.05). It was observed that the clinics that negatively affected the aforementioned conditions were mostly internal clinics, operating theatres, intensive care units and emergency services. Conclusion: As a result, the opinions of the spouses of healthcare workers show that there is a significant relationship between job satisfaction and the family life of healthcare workers. In the study, it was found that the family life of healthcare workers working in intensive care, operating theatre, emergency service units and internal clinics was more negatively affected than those working in other clinics. It is recommended to organise health policies that will increase the job satisfaction of health workers and to make rotations between clinics in a way that does not negatively affect the working environment.